Normalden Patolojiye Narsisizm: Kendini Sevmenin Sağlıklı ve Sağlıksız Yüzleri

Günümüzde “narsist” kelimesi günlük hayatta sık sık duyduğumuz bir terim haline geldi. Ancak narsisizm, yalnızca kendini beğenmişlik anlamına gelmiyor. Aslında her insanın içinde bir miktar narsisizm bulunuyor ve bu, sağlıklı bir kişilik gelişimi için gerekli. Önemli olan, narsisizmin hangi noktada normalden çıkıp patolojik (hastalık düzeyinde) hale geldiğini anlamaktır.
Eğer siz de narsisizm hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız veya çevrenizde bu özellikleri taşıyan birileri varsa, Alsancak psikolog merkezimizde bu konular üzerine detaylı destek alabilirsiniz. Şimdi, narsisizmi daha yakından tanıyalım.
Narsisizm Nedir?
Narsisizm kavramı ilk kez 1898 yılında psikanalist Ellis tarafından ortaya atıldı. Ellis, narsisizmi kişinin kendi bedenine ve benliğine aşırı bir hayranlık duyması olarak tanımladı. Ünlü psikiyatrist Sigmund Freud ise narsisizmi, bireyin içindeki sevgi enerjisinin (libido) kendi benliğine yönelmesi olarak açıkladı. Freud’a göre narsisizm, her insanın yaşamının bir döneminde doğal olarak yaşadığı bir süreçtir. Ancak bu süreçten çıkamamak veya aşırıya kaçmak, çeşitli psikolojik sorunlara yol açabilir.
Otto Kernberg gibi uzmanlar da narsisizmi ikiye ayırır:
• Normal narsisizm
• Patolojik narsisizm

Normal narsisizm sağlıklı bir özgüven göstergesiyken, patolojik narsisizm kişisel ilişkileri ve ruh sağlığını olumsuz etkileyebilir.
Normal Narsisizm: Sağlıklı Bir Özgüven
Normal narsisizm, kişinin kendine değer vermesi, özgüven geliştirmesi ve başkalarıyla dengeli ilişkiler kurabilmesi anlamına gelir. Her insan zaman zaman övülmek, takdir edilmek ve sevilmek ister. Bu istekler sağlıklı bir düzeyde olduğunda, kişinin kendisini iyi hissetmesine katkı sağlar.
Normal narsisizmi olan kişiler:
• Eleştiriler karşısında yıkılmazlar.
• Kendi değerlerini başkalarının görüşüne bağlı olmadan hissederler.
• Başarılarını kendi iç motivasyonlarıyla değerlendirirler.
Yani dışarıdan gelen övgüler onları mutlu eder, ancak bu övgüler olmadan da kendilerini değerli hissedebilirler. Sağlıklı bir özgüven, kişinin yaşamda karşılaştığı zorluklarla başa çıkmasını kolaylaştırır.
Patolojik Narsisizm: Sağlıksız Bir Kendilik Algısı
Patolojik narsisizm, bireyin kendi değerini sürekli olarak başkalarından aldığı onay ve övgüye bağlamasıyla karakterizedir. Bu kişilik yapısına sahip bireyler dışarıdan çok kendine güvenen biri gibi görünebilirler, ancak iç dünyalarında derin bir yetersizlik ve değersizlik duygusu barındırırlar.
Patolojik narsisizmi olan kişiler:
• Eleştiriler karşısında aşırı öfke veya kırgınlık gösterirler.
• Başkalarının kendilerine hayran olmasını beklerler.
• Başkalarının başarılarını küçümseyebilir veya onları kıskanabilirler.
• Kendilerini özel ve üstün görürler ve yalnızca “üst düzey” kişilerle ilişki kurmak isterler.
Bu özellikler günlük yaşamda, iş hayatında ve özel ilişkilerde ciddi problemler yaratabilir.
Patolojik Narsisizm Neden Olur?
Patolojik narsisizmin kökeni genellikle çocukluk dönemine dayanır. Aşırı eleştirilen veya aşırı pohpohlanan çocuklar, gerçekçi bir benlik algısı geliştirmekte zorlanabilirler. Sonuçta, yetişkinlik döneminde kendilerine dair çelişkili duygular taşıyabilirler: Hem üstün hissetmek isterler hem de içten içe yetersizlik korkusu yaşarlar.
Patolojik Narsisizmde Danışmanlık Süreci
Patolojik narsisizm yaşayan bireyler çoğu zaman destek alma ihtiyacını doğrudan hissetmeseler de, yaşamlarında karşılaştıkları ilişki problemleri, içsel boşluk hissi ya da yoğun duygusal dalgalanmalar nedeniyle danışmanlık sürecine başvurabilirler. Alsancak psikolog merkezimizde, bu alanda uzmanlaşmış ekibimiz bireylerin daha gerçekçi bir özdeğer algısı geliştirmesine, sağlıklı ilişkiler kurmasına ve yaşam kalitesini artırmasına yardımcı olmak için özel yaklaşımlar sunmaktadır. Süreç, kişinin kendi duygusal ihtiyaçlarını ve ilişkisel dinamiklerini daha iyi anlamasını destekleyerek ilerler.
Sonuç: Kendini Sevmek ile Kendini Abartmak Arasında İnce Bir Çizgi
Sonuç olarak, narsisizm herkesin yaşamında bir yere sahip olan doğal bir olgudur. Ancak bu duyguların abartılı ve aşırı bir hal alması, bireyin kendisine ve çevresine zarar vermesine yol açabilir. Narsisizmle ilgili sorunlar yaşıyor veya çevrenizde bu özellikleri taşıyan birilerini gözlemliyorsanız, destek almak oldukça önemlidir.

Alsancak psikolog merkezimizde, danışmanlık için buradayız.


Kaygı ile Başa Çıkmanın Bilimsel Yolları: Günlük Hayatta Uygulanabilir 5 Etkili Yöntem

Günümüz dünyasında kaygı, neredeyse herkesin zaman zaman mücadele ettiği bir duygu haline geldi. İş, okul, ilişkiler ya da belirsizliklerle dolu bir geleceğe dair düşünceler kaygı duygusunu tetikleyebiliyor. Özellikle yoğun yaşam temposuna sahip şehirlerde yaşayan bireyler için kaygı seviyeleri daha yüksek olabiliyor. İzmir’in kalbinde hizmet veren bir Alsancak psikolog olarak, bu yazıda sizlere günlük hayatta kolayca uygulayabileceğiniz, bilimsel olarak desteklenmiş 5 etkili kaygı yönetim yönteminden bahsedeceğim.


Kaygı Nedir?
Kısaca kaygı, gelecekte olabilecek tehditlere karşı duyulan doğal bir alarm sistemidir. Ancak bu alarm sistemi gerektiğinden fazla çalıştığında, hayat kalitemizi düşürebilir. Aşırı kaygı, uyku problemleri, konsantrasyon güçlükleri ve sosyal hayattan çekilme gibi sorunlara yol açabilir. Alsancak psikolog ofisimizde, danışanlarımızla yaptığımız görüşmelerde sıklıkla aşırı kaygı düzeyleriyle baş etmenin yollarını keşfetmeye çalışıyoruz.


Kaygı ile Başa Çıkmanın 5 Bilimsel Yolu
1. Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) Uygulamaları
Araştırmalar, bilinçli farkındalık tekniklerinin kaygı seviyelerini önemli ölçüde azalttığını göstermektedir. Mindfulness, kişinin anda kalmasına ve geleceğe yönelik endişelerden uzaklaşmasına yardımcı olur. Günde sadece 10 dakika nefes odaklı meditasyon yapmak, kaygı üzerinde büyük bir fark yaratabilir. Alsancak psikolog merkezimizde, bireysel seanslarda bu tür egzersizlere sıklıkla yer veriyoruz.
2. Fiziksel Aktiviteyi Artırmak
Spor yapmak, beyinde endorfin salgılanmasını tetikler ve bu da doğal bir şekilde kaygı seviyelerinin düşmesine yardımcı olur. Yürüyüşe çıkmak, bisiklete binmek ya da yoga yapmak gibi basit aktiviteler bile kaygı yönetiminde etkilidir. Özellikle Alsancak sahilinde yapılan kısa bir yürüyüş, hem fiziksel hem de zihinsel rahatlama sağlayabilir.
3. Gerçekçi Düşünme Alıştırmaları
Kognitif Davranışçı Terapi (CBT) tekniklerine dayanan bu yöntem, kaygı yaratan düşüncelerin gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesini sağlar. “Bu gerçekten olacak mı, yoksa zihnim mi felaket senaryosu üretiyor?” sorusunu kendinize sormak, kaygı seviyenizi düşürmenin ilk adımıdır. Bir Alsancak psikolog desteğiyle yapılan seanslarda, bu tarz sorgulayıcı düşünme yöntemleri üzerinde derinlemesine çalışılır.
4. Uyku Hijyenine Dikkat Etmek
Yetersiz uyku, kaygı seviyelerini artıran en önemli faktörlerden biridir. Yatmadan önce ekrandan uzak durmak, düzenli bir uyku saatine sahip olmak ve uyumadan önce gevşeme egzersizleri yapmak kaygı üzerinde pozitif etkiler yaratır. Alsancak psikolog ofisimizde, özellikle uyku problemleriyle bağlantılı kaygı yaşayan bireylere özel uyku protokolleri öneriyoruz.
5. Profesyonel Destek Almak
Zaman zaman, kendi başımıza kaygı ile baş etmek zor olabilir. Böyle durumlarda profesyonel bir destek almak, hem süreci hızlandırır hem de uzun vadede etkili sonuçlar doğurur. İzmir’de yaşayanlar için, bir Alsancak psikolog ile çalışmak, hem güvenli bir ortamda duyguları ifade etmek hem de kişiye özel çözüm yolları geliştirmek anlamına gelir. Özellikle yoğun ve kronik kaygı yaşayan bireyler için terapi, hayat kalitesinde gözle görülür iyileşmeler sağlar.


Alsancak Psikolog Desteği ile Kaygıyı Yenmek Mümkün


Alsancak, İzmir’in hem en hareketli hem de en huzurlu köşelerinden biri. Burada bir psikolog desteği almak, sadece kaygı ile baş etmek için değil, aynı zamanda kişisel gelişim için de büyük bir fırsattır. Alsancak psikolog merkezimizde, her bireyin ihtiyacına özel terapi planları hazırlanmakta ve kaygı yönetimi konusunda bilimsel yöntemler ışığında ilerlenmektedir.
Unutmayın, kaygı hayatın bir parçası olsa da onun kontrolü tamamen sizin elinizde olabilir. Eğer kaygı duygusu hayatınızı yönetmeye başladıysa, bir adım atmanın tam zamanı! Alsancak psikolog ofisimizde, sizi daha huzurlu bir yaşama doğru yolculuğa davet ediyoruz. 

ACg8ocJqtnnMas xq0di3t9egUiVm Lq5Y7fvZqfSjcukBaMVpU =s40 p moYanıtlaYönlendirTepki ekle

Hayır Diyebilme: Kendi Sınırlarınızı Belirlemenin İlk Adımı

Hayır diyebilme davranışı, kişisel sınırları korumanın ve sağlıklı ilişkiler kurmanın temellerinden biridir. Fakat bazı durumlarda hayır demekte zorlanıyor olabiliriz. Böyle durumlarda zorlanmamızın altında yatan bazı sebepler; reddedilme korkusu, suçluluk duygusu, ve başkalarını memnun etme isteği gibi durumlar olabilir. Peki nedir bu hayır diyebilme davranışı? Neden iyilik halimiz için bu kadar önemli?

Kişiler,  kendilerini doğru şekilde ifade edebildiklerinde başkalarının taleplerine karşı daha sağlıklı sınırlar koyabilir. Bu, kişisel iyilik halini artıran bir faktördür. Aynı zamanda “hayır” demek yerine sürekli olarak evet demenin, kişisel sınırların ihlali ve stres, tükenmişlik gibi psikolojik sorunlara yol açabileceği bilinmektedir. Sağlıklı sınır koyma becerisinin, kişisel iyilik hali üzerinde olumlu etkileri vardır. Kendi sınırlarını koruyamayan bireylerde kaygı, depresyon ve düşük özsaygı gibi sorunlar daha yaygındır. Bu becerilerin geliştirilmesi, bireylerin duygusal ve psikolojik sağlıklarını destekler. Ayrıca, hayır diyebilme yeteneği, hem bireysel tatmini hem de sağlıklı sosyal ilişkileri teşvik eder.

Hayır Demekten Neden Korkarız?

  • Reddedilme Korkusu: Başkalarına “hayır” demek, sosyal ilişkilerde olumsuz bir tepkiyle karşılaşma, reddedilme veya dışlanma korkusunu doğurabilir. Bu korku, bireylerin diğerleri tarafından kabul edilme ve onaylanma ihtiyacından kaynaklanır ve kişiyi başkalarına evet demeye zorlayabilir, çünkü bu genellikle daha az çatışma yaratır.
  • Başkalarını Memnun Etme İhtiyacı: İnsanlar, çevrelerinde bulunan kişilerin beklentilerini karşılamak için kendi ihtiyaçlarını göz ardı edebilirler. Bu, özsaygıyı düşük tutarak, sürekli olarak başkalarının taleplerine boyun eğme gibi bir duruma yol açabilir.
  • Suçluluk Duygusu: Bireyler, başkalarına “hayır” dediklerinde onları hayal kırıklığına uğratacaklarından veya onları üzeceklerinden endişe ederler. Bu suçluluk duygusu, diğerlerinin ihtiyaçlarını sürekli olarak ön planda tutmaya iter.
  • Olumsuz Yargılanma Korkusu: “Hayır” demek, başkaları tarafından olumsuz bir şekilde yargılanma korkusunu da beraberinde getirebilir. İnsanlar, “hayır” dediklerinde başkaları tarafından bencil, soğuk veya yardımsever olmayan olarak etiketlenmekten korkabilirler. Bu tür olumsuz etiketlemeler, bireylerin toplumsal kabul ve onay ihtiyaçlarını tehdit edebilir.

Hayır Demekte Zorlanıyorsak Neler Yapabiliriz?

Kişisel sınırlarınızı belirlemekle başlayabiliriz. Küçük pratikler yapmak da bu davranışı geliştirebileceği gibi öz farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olabilir. “Hayır” demek başkalarına değer vermekle alakalı bir durum değildir bunu öğrenmemiz gerekir. Aksine yukarıda da bahsedildiği gibi sağlıklı ilişkiler kurabilmek adına sağlam bir temeldir. Ayrıca iletişimin tek taraflı olmadığını göz önünde bulundurmalıyız. Karşı tarafın memnuniyet ve sınırlarını gözetirken kendi sınırlarımızı ihmal etmemeliyiz. Alsancak psikolog profesyonel yardımı almak da hayır diyebilme becerimizi takip ederek geliştirebilir ve farklı stratejiler sunabilir. Unutmayalım ki hissettiklerimizi, istediklerimizi ya da istemediklerimizi belirtmek gerçek bir ilişkiyi sonlandırmaz.

Rüyalar Gerçekten Anlam Taşır mı? 

Rüyalar, insanlık tarihinin en gizemli konularından biri olmuştur. Uyandığımızda hatırladığımız bazı rüyalar bize oldukça anlamlı gelirken, bazıları tamamen rastgele ve mantıksız görünebilir. Peki, rüyalar gerçekten bilinçaltımızın bize mesaj gönderme yolu mudur? Yoksa yalnızca beynimizin rastgele imgeler üretmesinden mi ibarettir?

Psikoloji ve nörobilim alanlarında yapılan araştırmalar, rüyaların oluşum süreci ve işlevi hakkında farklı teoriler ortaya koymuştur. Alsancak psikolog kliniklerinde rüya analizi konusunda çalışan uzmanlar, danışanlarının rüya deneyimlerini değerlendirirken hem bilimsel hem de psikolojik teorileri dikkate alır. Bu yazıda, rüyaların nasıl oluştuğunu, psikoloji alanındaki farklı rüya teorilerini ve rüyaların günlük hayatımızla ilişkisini ele alacağız.

Rüyalar Nasıl Oluşur?

Uyku süreci, beynimizin dinlendiği ancak aynı zamanda aktif olduğu bir dönemdir. Uyku iki temel evreden oluşur:

REM (Rapid Eye Movement – Hızlı Göz Hareketleri) Uykusu: Rüyaların büyük çoğunluğu bu evrede meydana gelir. REM uykusunda beynin duygusal ve hafıza ile ilgili bölgeleri aktifleşirken, mantıksal düşünmeyi sağlayan prefrontal korteks daha az aktif olur. Bu yüzden rüyalar bazen gerçek dışı ve mantıksız olabilir.

• NREM (Non-Rapid Eye Movement – REM Olmayan Uyku) Evresi: Bu evrede de rüyalar görülebilir, ancak genellikle daha az karmaşıktır ve hatırlanması daha zordur.

Bu süreçte bilinçaltımızdan gelen düşünceler, gün içinde yaşadığımız olaylar ve beynimizin farklı bölgelerinden gelen rastgele sinyaller birleşerek rüyalarımızı oluşturur.

Ancak rüyaların işlevi konusunda psikologlar ve bilim insanları farklı teoriler geliştirmiştir. Alsancak psikolog merkezlerinde rüya analizi üzerine çalışan terapistler, danışanlarının rüyalarını yorumlarken bu teorilerden yararlanır.

Rüya Teorileri: Bilinçaltı mı, Rastgele İmgeler mi?

Rüyaların anlamı ve işlevi konusunda psikolojide birçok farklı görüş bulunmaktadır. İşte en yaygın kabul gören rüya teorileri:

1. Freud’un Psikoanalitik Kuramı: Rüyalar Bastırılmış Duyguların Bir Yansımasıdır

Sigmund Freud’a göre rüyalar, bilinçaltımızda bastırılmış düşünce ve arzuların dışa vurumudur. Ona göre insanlar bilinçli zihinleriyle kabul edemedikleri bazı istek ve korkuları bastırırlar ve bu içerikler rüyalarda sembolik olarak ortaya çıkar.

Örneğin, Freud’un analizlerine göre uçmak, özgürleşme arzusunu; su görmek, duygularla ilgili bir meseleyi temsil edebilir. Alsancak psikolog kliniklerinde psikodinamik terapi uygulayan uzmanlar, danışanlarının rüyalarındaki sembolleri bu bakış açısıyla değerlendirebilir.

2. Jung’un Analitik Psikolojisi: Rüyalar Kolektif Bilinçaltının Bir Parçasıdır

Carl Jung, Freud’dan farklı olarak rüyaların yalnızca bireysel bilinçaltıyla değil, kolektif bilinçaltıyla da bağlantılı olduğunu savunmuştur. Ona göre rüyalarda evrensel semboller (arketipler) bulunur.

Örneğin:

Rüyalarda gölge figür görmek, kişinin bilinçaltındaki bastırılmış yönlerini temsil edebilir.

• Bilinmeyen bir rehber veya bilge kişi görmek, içsel dönüşüm sürecine işaret edebilir.

Jung’un teorisi, rüyaların bireyin psikolojik gelişimine katkıda bulunabileceğini öne sürer. Alsancak psikolog terapileri içinde bazı terapistler, danışanlarının rüya sembollerini bu teoriye dayanarak analiz edebilir.

3. Aktivasyon-Sentez Kuramı: Rüyalar Beynin Rastgele Aktivitesinin Bir Sonucudur.

Nörobilimciler Allan Hobson ve Robert McCarley’in geliştirdiği Aktivasyon-Sentez Kuramı, rüyaların bilinçaltı mesajlar taşımadığını, beynin rastgele sinirsel aktivitelerinin bir sonucu olduğunu savunur.

Bu teoriye göre rüyalar, anlamlı olmak zorunda değildir. Beyin, uyku sırasında rastgele sinyaller üretir ve biz bu sinyalleri mantıklı bir hikâyeye dönüştürmeye çalışırız.

4. Tehdit Simülasyonu Kuramı: Rüyalar Evrimsel Bir Avantaj Sağlar mı?

Finlandiyalı bilim insanı Antti Revonsuo, rüyaların evrimsel bir işlevi olduğunu öne sürer. Ona göre rüyalar, bizi tehlikeli durumlara karşı zihinsel olarak hazırlayan birer simülasyon olabilir.

Örneğin:

• Kaçmakla ilgili rüyalar, ilkel atalarımızın avcılardan kaçma pratiği yapmasına yardımcı olmuş olabilir.

• Savaş veya kavga içeren rüyalar, tehlikeli durumlarla başa çıkma yeteneğimizi geliştirmek için bir mekanizma olabilir.

Alsancak psikolog terapilerinde bazı uzmanlar, özellikle travma geçmişi olan bireylerin rüyalarını bu teori kapsamında ele alabilir.

Rüyalar Günlük Hayatımızla Nasıl Bağlantılıdır?

Yapılan araştırmalar, insanların %60-70’inin günlük yaşamlarında yaşadıkları olaylarla ilgili rüyalar gördüğünü göstermektedir. Stres, kaygı, korkular ve umutlar rüyalarımıza yansıyabilir.

Örneğin, sınav kaygısı yaşayan bir öğrenci, rüyasında sınava geç kaldığını veya başarısız olduğunu görebilir. Bu tür rüyalar, zihnimizin duygusal süreçleri işleme şeklinin bir parçası olabilir.

Ancak her rüyanın derin anlamlar taşıdığına dair bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Rüyalar bazen sadece beynimizin gün içinde aldığı bilgileri işlemesiyle ilgili olabilir.

Sonuç: Rüyalar Hayatımıza Dair Mesajlar mı Taşıyor?

Rüyalar hem psikolojik hem de nörobiyolojik açıdan ilginç bir konudur. Freud ve Jung gibi psikologlar, rüyaların bilinçaltımızla ilişkili olduğunu savunurken, modern nörobilim rüyaların büyük ölçüde beynin rastgele aktivitelerinin bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir.

Ancak psikoloji alanında çalışan birçok uzman, rüyaların bireyin duygusal durumunu anlamasına yardımcı olabileceğini kabul eder. Alsancak psikolog merkezlerinde çalışan uzmanlar, rüya analizi konusunda danışanlarına farklı bakış açıları sunarak onların iç dünyalarını daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir.

Fobi: Korkunun Bilinmeyen Yüzü

Hepimiz zaman zaman bir şeylerden korkarız. Korku, tehlikelere karşı hayatta kalmamızı sağlayan doğal bir tepkidir. Ancak bazı insanlar, belirli nesnelere, durumlara ya da olaylara karşı mantık dışı ve aşırı derecede bir korku yaşarlar. Bu yoğun korkuya “fobi” denir. Fobiler, kişilerin günlük yaşamlarını ciddi şekilde etkileyebilir ve bu nedenle bir tür psikolojik rahatsızlık olarak değerlendirilir. Peki, fobi tam olarak nedir, nasıl gelişir ve nasıl tedavi edilir? Bu yazıda, fobileri daha yakından inceleyelim.

Fobi Nedir?

Fobi, belirli bir duruma, nesneye ya da olaya karşı duyulan yoğun, mantık dışı korku olarak tanımlanır. Fobisi olan insanlar, bu korkuyla başa çıkmakta zorlanırlar ve korku yaratan durumlardan kaçınmak için büyük çaba harcarlar. Fobiler, genellikle erken yaşlarda başlar ve tedavi edilmediğinde zamanla daha da şiddetlenebilir. Fobiyi, sadece bir “korku” ile karıştırmamak önemlidir. Korku, genellikle somut bir tehlikeye karşı verilirken, fobi daha çok mantık dışı bir korkudur.

Fobi Türleri:

Fobiler, genellikle iki ana kategoriye ayrılır:

1. Spesifik Fobiler (Basit Fobiler): Bu tür fobiler, belirli bir nesne ya da durumla ilişkilidir. Örneğin, yılan korkusu (ofidiofobi), yükseklik korkusu (akrofobi) ya da kapalı alan korkusu (klostrofobi) gibi. Bu fobiler, genellikle günlük hayatın belirli alanlarını etkiler ve kişinin sadece fobi nesnesiyle karşılaştığında tetiklenir.

2. Sosyal Fobiler (Sosyal Anksiyete Bozukluğu): Sosyal fobiler, kişinin başkalarının önünde yargılanma ya da küçük düşme korkusunu yaşadığı durumlardır. Sosyal ortamlarda yoğun kaygı ve korku hissi oluşur. Örneğin, topluluk önünde konuşma korkusu (glossofobi) sosyal fobiler arasında yer alır. Sosyal fobi, kişiyi sosyal izolasyona itebilir ve yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir.

Fobilerin Nedenleri:

Fobilerin kesin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, birçok faktörün etkili olduğu düşünülmektedir:

– Genetik Yatkınlık: Bazı araştırmalar, fobilerin genetik faktörlerle ilişkili olabileceğini göstermektedir. Ailede anksiyete bozukluğu olan kişilerde fobi gelişme riski daha yüksek olabilir.

– Çevresel Faktörler: Korkutucu bir deneyim yaşamış olmak, fobi gelişiminde etkili olabilir. Örneğin, çocukken bir köpek tarafından ısırılan birinin köpek fobisi geliştirme olasılığı yüksektir.

– Biyolojik Etkenler: Beyindeki kimyasal dengesizlikler ve özellikle amigdala adı verilen bölgedeki işlev bozuklukları, fobilerin oluşumunda rol oynayabilir.

Fobiler Nasıl Teşhis Edilir?

Bir kişinin fobisi olup olmadığını belirlemek için, psikolog ya da psikiyatrist tarafından yapılan bir değerlendirme gereklidir. Teşhis sürecinde şu faktörler göz önünde bulundurulur:

– Kişinin korkusu mantık dışı ve aşırı mı?
– Korku, günlük yaşamını etkiliyor mu?
– Korku nesnesi ya da durumundan kaçınma davranışları gösteriyor mu?

Bu sorulara verilen yanıtlar, fobi teşhisi için önemli ipuçları sağlar.

İzmir Alsancak Fobi Tedavisi:

Fobiler, uygun tedavi ile büyük ölçüde kontrol altına alınabilir. Tedavi genellikle psikoterapi ve bazen ilaç desteği ile yapılır.

1. EMDR Terapisi ve Fobi: EMDR terapisi sırasında, birey göz hareketleri ya da farklı bir uyarana odaklanırken, fobiyle ilişkili travmatik anıları ve korkuları zihinsel olarak yeniden işler. Bu süreç, beyindeki olumsuz duyguların etkisini azaltır ve kişi, fobiyle daha rasyonel ve dengeli bir şekilde başa çıkabilir hale gelir. 

2. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Fobilerin tedavisinde en yaygın kullanılan terapi yöntemidir. Bu terapi, kişinin korkularını mantıklı bir şekilde değerlendirmesini ve fobi nesnesiyle yüzleşmesini sağlar. Örneğin, yükseklik korkusu olan bir kişi, BDT ile adım adım yüksek yerlere çıkma pratiği yaparak korkusunu kontrol altına alabilir.

3. Maruz Bırakma Terapisi: Bu terapi türü, kişinin korku duyduğu nesne ya da durumla kademeli olarak karşılaştırılmasını içerir. Zamanla, kişi bu duruma daha az tepki vermeye başlar.

4. İlaç Tedavisi: Bazı durumlarda, özellikle sosyal fobilerde, anksiyete düzeyini azaltmak için ilaç tedavisi kullanılabilir. Antidepresanlar ya da beta blokerler, bu tedavi sürecinde tercih edilen ilaçlar arasındadır.

Fobilerle Baş Etmek İçin İpuçları:

– Destek Alın: Fobilerle tek başınıza başa çıkmaya çalışmak zor olabilir. Bir uzmandan profesyonel yardım almak, korkularınızı kontrol altına almanıza yardımcı olabilir.
– Küçük Adımlarla İlerleyin: Fobi nesnesine ya da durumuna maruz kalmak zorlayıcı olabilir, bu yüzden küçük adımlarla ilerlemek önemlidir. Kendinize sabırlı olmayı hatırlatın.
– Gevşeme Tekniklerini Kullanın: Derin nefes alma, meditasyon ve yoga gibi gevşeme teknikleri, fobi ile başa çıkmada etkili olabilir. Bu teknikler, anksiyete seviyesini azaltabilir.
– Pozitif Düşünceler Geliştirin: Fobiyle karşılaştığınızda olumsuz düşünceler yerine, pozitif düşüncelere odaklanmaya çalışın. “Bu durum tehlikeli değil” ya da “Bunun üstesinden gelebilirim” gibi kendinize güven verici ifadeler kullanmak yardımcı olabilir.

Fobiler, hayatı zorlaştıran ancak doğru tedavi ve destek ile üstesinden gelinebilecek durumlardır. Eğer belirli bir nesne ya da duruma karşı aşırı ve mantıksız bir korku yaşıyorsanız, bu korkularla tek başınıza baş etmeye çalışmak yerine bir İzmir Alsancak psikolog uzmandan destek almak, hayat kalitenizi artırmada büyük bir fark yaratabilir. Unutmayın, fobiler tedavi edilebilir ve kontrol altına alınabilir rahatsızlıklardır. Kendi korkularınızı yönetmek, hayatınızın kontrolünü geri almanıza yardımcı olabilir.

İzmir Psikolog Seans Ücretleri Neye Göre Değişkenlik Gösteriyor?

Psikolojik destek almak, bireylerin ruh sağlığını koruma ve geliştirme sürecinde oldukça önemli bir adımdır. İzmir gibi büyük şehirlerde İzmir psikolog seans ücretleri, birçok farklı faktöre göre değişiklik gösterir.

1. Psikolog Seans Ücretlerini Belirleyen Faktörler

Uzmanlık ve Deneyim: Psikoloğun eğitimi ve mesleki tecrübesi seans ücretlerini önemli ölçüde etkiler. Örneğin, lisans mezunu bir psikolog ile yüksek lisans yapmış veya belirli alanlarda (örneğin, EMDR terapisi, bilişsel davranışçı terapi) uzmanlaşmış bir psikolog arasında ücret farkı olabilir. Ayrıca, uzun yıllar boyunca terapi deneyimine sahip olan psikologlar, yeni mezun meslektaşlarına göre genellikle daha yüksek ücret talep ederler. Deneyime sahip bir psikoloğun seans ücreti, daha yeni mezun bir psikoloğa kıyasla önemli ölçüde daha yüksek olabilir.

Seans Süresi ve Formatı: Psikoterapi seansları genellikle 45-50 dakika arasında sürer, ancak bazı terapistler 60 dakika veya daha uzun seanslar sunabilir. Uzun süreli seanslar, genellikle daha yüksek ücretlendirilir. Ayrıca, seansların bireysel mi yoksa çift veya aile terapisi mi olduğuna bağlı olarak da fiyatlar değişiklik gösterir.

Ofisin Konumu: Psikoloğun ofisinin bulunduğu yer, İzmir’de psikolog seans ücretlerini etkileyen önemli bir faktördür. İzmir’in merkezi ve prestijli semtlerinde (Alsancak psikolog, Karşıyaka, Bornova gibi) ofis açan psikologlar, daha yüksek seans ücretleri talep edebilirler. Şehir merkezinden uzak bölgelerde ise daha uygun fiyatlı seçenekler bulunabilir.

Terapinin Türü: Farklı terapi türleri de ücretlerde farklılık yaratır. Bireysel terapi genellikle en yaygın olanıdır ve çift terapisi, aile terapisi gibi grup terapilerine göre daha uygun fiyatlı olabilir. Bununla birlikte, uzmanlık gerektiren ve daha derin çalışma gerektiren terapiler (örneğin, travma terapisi, cinsel terapi, oyun terapisi) daha yüksek ücretlerle sunulabilir.

Online ve Yüz Yüze Seanslar: Son yıllarda özellikle pandemi döneminde yaygınlaşan online terapi hizmetleri, yüz yüze terapilere kıyasla daha esnek ve bazen daha uygun fiyatlı olabilir. Online terapi, ulaşım süresi ve maliyeti gibi faktörleri ortadan kaldırarak hem danışanlar hem de terapistler için avantajlar sağlayabilir. Ancak, bazı psikologlar online seansları yüz yüze seanslarla aynı fiyatlandırmada sunar.

İzmir’de 2024 Yılında Psikolog Seans Ücretleri

2024 yılı itibariyle İzmir’de psikolog seans ücretleri geniş bir yelpazede yer alıyor. Ortalama seans ücretleri 600 TL ile 4000 TL arasında değişiyor. Ancak bu fiyat aralığının üzerinde veya altında olan seçenekler de bulunabiliyor.

Yeni Mezun Psikologlar: Genellikle 600 TL ile 800 TL aralığında seans ücreti talep ederler. Bu psikologlar, mesleklerinin başında olup daha fazla danışan kazanmak adına uygun fiyatlı hizmet sunabilirler.

Orta Seviye Deneyimli Psikologlar: 800 TL ile 1500 TL arasında seans ücretleri talep eden bu psikologlar, birkaç yıllık deneyime sahip olup çeşitli uzmanlık alanlarına yönelmiş olabilirler.

Uzman ve Deneyimli Psikologlar: 2000 TL ve üzeri ücret talep eden bu terapistler, uzun yıllara dayanan deneyim, özel eğitimler ve uzmanlıklarla donanmışlardır. EMDR, Bilişsel Davranışçı Terapi, Oyun Terapisi gibi alanlarda uzmanlaşmış psikologlar bu ücret aralığında hizmet sunabilirler.

Çocukların Okula Uyum Süreci: Ebeveynler İçin Kapsamlı Bir Rehber

Çocuğunuzun okula başlaması, hem sizin hem de onun için önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni arkadaşlıklar, öğretmenlerle etkileşim, akademik sorumluluklar ve okul düzenine alışma gibi pek çok değişiklikle baş etmek zorunda kalabilirler. Bu süreçte çocuğunuzun yanında olmanız, onun okula başarılı bir şekilde uyum sağlamasında büyük rol oynar. Aşağıda, bu süreci nasıl daha kolay hale getirebileceğinizle ilgili ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz.

1. Duygusal Hazırlık: Hislerini Tanıyın ve Kabul Edin

Çocuklar, okula başlarken birçok farklı duygu yaşayabilir: heyecan, endişe, korku ya da merak. Bu duyguları normal karşılamak ve çocuğunuzu bu duygularını ifade etmeye teşvik etmek önemlidir. Çocuğunuza şu soruları sorarak onu yönlendirebilirsiniz:

“Okula başlamak hakkında ne düşünüyorsun?”

“Yeni arkadaşlarla tanışmak seni heyecanlandırıyor mu?”

“Seni endişelendiren bir şey var mı?”

Çocuklar, duygularını paylaşma fırsatı bulduğunda, kendilerini daha güvende hissederler. Ayrıca bu, ebeveynlerin çocuklarının karşılaştığı potansiyel endişeleri erken fark etmelerine yardımcı olabilir. Duygular hakkında açıkça konuşmak, çocukların duygusal zekasını geliştirmek için de harika bir fırsattır.

1.1. Endişelerini Azaltmak İçin Hikayeler ve Rol Oyunları

Çocuğunuzun okul hakkında kaygıları varsa, ona okulla ilgili hikayeler anlatmak ya da birlikte bir okul günü canlandırmak, süreci zihinsel olarak deneyimlemelerine yardımcı olabilir. Birlikte oynayacağınız bu tarz oyunlar, çocuğunuzun kendini rahat hissetmesini ve belirsizliklerden kaynaklanan korkularını azaltmasını sağlayabilir.

2. Sağlam Bir Rutin Oluşturun

Düzenli bir uyku, yemek ve oyun zamanı oluşturmak, çocuğun okula uyum sağlamasında kritik bir rol oynar. Rutinler, çocuğun gün içinde neler bekleyebileceğini öngörmesine yardımcı olur ve bu da güvenlik duygusunu pekiştirir. Özellikle okula başlamadan bir hafta önce uyku saatlerini okula uygun hale getirerek şu adımları uygulayabilirsiniz:

Düzenli Uyku Saatleri: Çocukların gün içinde enerjik ve odaklanmış olmaları için yeterli uyku alması gerekir. İlkokul çağındaki çocuklar, günde ortalama 9-11 saat uykuya ihtiyaç duyarlar.

Sağlıklı Kahvaltı: Enerji ve odaklanma için kahvaltı önemlidir. Besleyici bir kahvaltı, çocuğunuzun okul gününe enerjik başlamasını sağlar.

Okul Hazırlığı: Çocuğunuzla birlikte akşamdan okul eşyalarını hazırlamak, sabah telaşını azaltır ve çocuğunuza sorumluluk bilinci kazandırır.

2.1. Sabah ve Akşam Rutinlerini Planlama

Çocuğunuzun sabah hazırlıklarını stresli olmadan yapabilmesi için birlikte bir “sabah hazırlık listesi” oluşturabilirsiniz. Örneğin:

Diş fırçalama,

Kıyafetlerini giyme,

Kahvaltı yapma,

Çantasını hazırlama.

Akşamları ise gününü nasıl geçirdiği hakkında konuşmak, hem çocuğunuzla iletişim kurmanıza yardımcı olur hem de onun duygusal durumunu gözlemlemenizi sağlar.

3. Okul Hakkında Bilgi Verin ve Okula Alıştırın

Çocuğunuzun okula başlamadan önce okul ortamı hakkında bilgi sahibi olması, uyum sürecini hızlandırır. Okulun nerede olduğu, öğretmeninin kim olduğu ve sınıfının nasıl göründüğü gibi konularda çocuğunuzu bilgilendirmek, kaygılarını hafifletir.

3.1. Okul Gezisi Düzenleyin

Mümkünse, çocuğunuzla birlikte okulu ziyaret edebilir, sınıfını görebilir ve öğretmenlerle tanışabilirsiniz. Bu sayede, çocuğunuzun okula başlamadan önce ortamı tanıma fırsatı olur. Bu tür ziyaretler, çocuğun belirsizliklerle baş etmesine yardımcı olur ve ilk günlerde yaşayabileceği endişeyi azaltır.

3.2. Okul Hakkında Oyunlar ve Kitaplar

Çocuklar için hazırlanmış okula başlama konulu kitaplar, çocuğunuzun okul hayatına dair olumlu bir algı geliştirmesine yardımcı olabilir. Kitaplar ya da oyunlar aracılığıyla, okulun eğlenceli ve öğrenmeyi teşvik eden bir yer olduğunu göstermek önemlidir.

4. Kendi Kaygınızı Yönetin

Ebeveyn olarak çocuğunuzun ilk okul gününde kaygılı olabilirsiniz. Ancak unutmayın ki çocuklar, sizin duygularınızı çok hızlı bir şekilde algılar ve bu, onların da kaygı seviyesini artırabilir. Çocuğunuzun yanında olduğunuzda, ona güvende olduğuna dair sakin bir mesaj vermek çok önemlidir. Kendi kaygınızı yönetebilmek için şu adımları uygulayabilirsiniz:

Duygularınızı kabul edin, ama çocuğunuzun yanında bu duyguları yansıtmayın.

Çocuğunuzun okula başlama sürecini pozitif bir deneyim olarak görmeye çalışın.

Çocuğunuzun güvende olduğunu ve kendini geliştirdiğini hatırlatın.

5. Sabırlı ve Anlayışlı Olun

Çocuğunuzun okula uyum sağlaması zaman alabilir. Her çocuğun uyum süreci farklıdır; bazı çocuklar hemen alışırken, bazıları için daha uzun bir süreç gerekebilir. Bu süreçte sabırlı olmak ve çocuğunuzu zorlamadan desteklemek önemlidir. Özellikle okula gitme konusunda isteksizlik, ağlama ya da öfke nöbetleri gibi tepkiler gösterebilirler. Bu gibi durumlar karşısında sakin kalın ve süreci zorlamadan çocuğunuzun hislerini anlamaya çalışın.

5.1. Sürekli İletişimde Olun

Eğer çocuğunuz okula gitmek istemiyorsa ya da orada mutsuz olduğunu söylüyorsa, onunla bu durum hakkında konuşun. Sebeplerini öğrenmeye çalışın, örneğin:

“Neden okula gitmek istemiyorsun?”

“Okulda seni üzen bir şey mi oldu?”

Bu tür sorularla çocuğunuzun yaşadığı zorlukları daha iyi anlayabilir ve ona daha iyi rehberlik edebilirsiniz.

6. Arkadaşlık ve Sosyal Destek

Çocuğunuzun okula uyum sağlamasında sosyal çevresi büyük rol oynar. Arkadaş edinmek, çocuğunuzun okulu sevmesini ve orada kendini güvende hissetmesini sağlar. Çocuğunuzun sosyal becerilerini geliştirmesi için şu adımları atabilirsiniz:

Oyun gruplarına katılması için teşvik edin.

Evde arkadaşlarıyla vakit geçirmesine olanak tanıyın.

Oyun oynarken paylaşma ve iş birliği gibi becerilerini geliştirmesine yardımcı olun.

6.1. Sosyal Becerileri Destekleyen Etkinlikler

Sınıf dışında düzenlenen spor etkinlikleri, sanat dersleri ya da müzik aktiviteleri gibi sosyal ortamlarda bulunması, çocuğunuzun arkadaşlık ilişkilerini geliştirmesine yardımcı olabilir. Bu tür etkinlikler, çocuğun özgüvenini de artırır.

7. Okulla İş Birliği Yapın

Çocuğunuzun okuldaki öğretmenleri ve diğer okul çalışanları ile düzenli olarak iletişimde olmak, uyum sürecini destekler. Öğretmenlerle iş birliği yapmak, çocuğunuzun gelişimi hakkında bilgi sahibi olmanızı ve olası sorunları önceden fark etmenizi sağlar. Bu iş birliğini şu yollarla güçlendirebilirsiniz:

Düzenli görüşmeler yapın: Öğretmenlerle, çocuğunuzun sınıftaki durumu hakkında düzenli görüş alışverişinde bulunun.

Okul etkinliklerine katılın: Okul tarafından düzenlenen etkinliklere katılarak hem çocuğunuzu destekleyebilir hem de okulla daha yakın bir ilişki kurabilirsiniz.

8. Olumlu Geri Bildirim Verin

Çocuğunuzun her adımını takdir etmek ve ona cesaret vermek, motivasyonunu artıracaktır. Okulda gösterdiği çabayı, öğrendiği yeni şeyleri ya da arkadaşlık kurma girişimlerini övmek, çocuğun özgüvenini artırır ve okula karşı olumlu bir tutum geliştirmesini sağlar. Övgülerinizin samimi ve spesifik olmasına özen gösterin. Örneğin, “Bugün derslere çok iyi odaklandığını fark ettim, harika iş çıkardın!” ya da “Yeni arkadaşınla nasıl güzel vakit geçirdiğinizi anlattığın için çok mutlu oldum” gibi geri bildirimler, çocuğun kendini daha değerli hissetmesine yardımcı olur.

9. Sorunları Hafife Almayın

Çocuğunuzun okul sürecinde karşılaşabileceği sosyal veya duygusal zorlukları görmezden gelmemek çok önemlidir. Çocuğunuz sürekli okula gitmek istemiyorsa, okulda mutsuz olduğunu söylüyorsa ya da davranışlarında belirgin bir değişiklik varsa, bu durumları ciddiye alın. Okul reddi, zorbalık, arkadaşlık sorunları ya da derslerdeki zorluklar gibi durumlar hakkında çocuğunuzla açıkça konuşun. Gerekirse bir psikologdan ya da okul danışmanından profesyonel destek almak, sorunların çözülmesine yardımcı olabilir.

9.1. Erken Müdahale ile Sorunların Çözümü

Çocuğunuzun yaşadığı sorunları erken fark etmek, bu sorunların derinleşmeden çözülmesini sağlar. Erken müdahale, çocuğun özgüveninin zedelenmesini önler ve okula uyum sürecini hızlandırır. Öğretmenler ve okul danışmanlarıyla iletişimde kalmak bu süreci daha da kolaylaştıracaktır.

10. Okul ile Aranızda Güçlü Bir Bağ Kurun

Ebeveynler ve okul arasında kurulan güçlü bir iş birliği, çocuğun okul hayatını olumlu yönde etkiler. Çocuğunuzun gelişimi ve okuldaki durumu hakkında öğretmenlerle sürekli iletişimde olun. Ebeveyn toplantılarına katılmak, okul etkinliklerine destek vermek ve öğretmenlerle açık bir diyalog kurmak, çocuğunuzun eğitim hayatını olumlu yönde şekillendirebilir.

10.1. Evde Eğitim Destekleyici Ortam Yaratın

Evde, çocuğunuzun ders çalışma alışkanlıklarını destekleyen bir ortam yaratmak, okuldaki başarılarını artırabilir. Ona sakin bir çalışma alanı oluşturun ve düzenli çalışma saatleri belirleyin. Ayrıca okulda öğrendiği konuları evde tekrar etmesine olanak tanıyarak öğrenme sürecini destekleyebilirsiniz.

Çocuğunuzun okula uyum süreci sabır, destek ve anlayış gerektiren bir yolculuktur. Bu süreçte ebeveynler olarak göstereceğiniz rehberlik, çocuğunuzun hem duygusal hem de akademik gelişimini destekler. Her çocuğun bu süreci farklı bir hızda ve farklı duygusal tepkilerle yaşadığını unutmamalı ve her adımda onun yanında olmalısınız. Güçlü bir ebeveyn-çocuk bağı, bu zorlu geçiş döneminin kolayca atlatılmasını sağlayacak en büyük etkendir.

Unutmayın, çocuğunuzun yanında olmanız, ona güven vermeniz ve sürece olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmanız, bu yolculuğu her iki taraf için de daha keyifli hale getirecektir.

Panik Atak ve EMDR Terapisi

Korku ve kaygı duyguları her insanın hissettiği temel duygulardandır. Beynimiz herhangi bir gerçek tehdit içeren durumu algılar, sempatik sistemimiz devreye girerek bizi o tehlikeden korumak için savaş ya da kaç mekanizmasını devreye sokar ve kendini korumaya alır.
Panik atak ise, kişinin gerçek bir tehdit olmamasına rağmen duyduğu yoğun korku duygusu yaşaması durumudur. Panik atakta gerçek bir tehdit faktörü yoktur ve kişi yoğun korku ve kaygı duygusunu en üst seviyede hisseder, bu duygulara rahatsızlık verici beden duyumları (hızlı kalp atması, nefes almada güçlük, terleme, titreme, baş dönmesi vb.) da eklenir. Panik atak dakikalar içinde zirveye ulaşır ve bedensel belirtiler ile kendini gösterir.

Panik Atak Belirtileri:

  • Kalpte çarpıntı ,kalbin hızlı atması
  • Göğüs ağrısı, göğüste sıkışma hissi
  • Nefes darlığı ya da boğulma hissi
  • Baş dönmesi, sersemlik, baygınlık hissi
  • Uyuşma ya da karıncalanma
  • Üşüme, ürperme ya da ateş basması
  • Bulantı, karın ağrısı
  • Titreme, sarsılma hissi
  • Kendisinin veya etrafının değişiyor algısı, kendine ve etrafa yabancılaşma
  • Kontrolünü kaybetme veya çıldırma korkusu
  • Ölüm korkusu

Bu belirtiler kişinin kaygılı olduğu bir anda ortaya çıkabileceği gibi, kişinin sakin olduğu bir durumda da bir anda bastırabilir.
Yoğun korku duygusu ve bedensel belirtiler ile birlikte kişi aklını yitirme korkusu, ölüm korkusu gibi duyguları da yoğun yaşamaya başlar. İlk panik atak sonrası, “ya bir daha panik atak yaşarsam” düşüncesi ile de korkular ve ataklar tetiklenebilir. Panik atak ile kimse aklını yitirmez ve kimse ölmez.

Panik atak ile birlikte kişinin yaşam kalitesi düşmeye başlar ve kaçınma davranışları ortaya çıkabilir. Dışarı çıkmak istememe, kapalı ortamlarda bulunmaktan kaçınma, spor ve cinsellikten uzak durma gibi kaçınma davranışları ortaya çıkabilir. En başlarda kişi kendine ne olduğunu tam anlayamadığı için fizyolojik bir rahatsızlık yaşadığını düşünerek sık sık doktora, acile gitme gibi bir örüntü içine girer.

Panik atakta o an için gerçek bir tehdit durumu olmamasına rağmen kişinin yaşam öyküsüne bakıldığında, stresli ve olumsuz yaşam deneyimlerinin fazla olduğunu görebiliriz. Geçmiş olumsuz yaşam olayları ve stres ile baş edilemeyen noktada artık beden uyarı verir ve panik atak semptomları ortaya çıkmaya başlar. Yani stresli ve olumsuz yaşam olaylarının panik atak rahatsızlığına yol açabileceğini söyleyebiliriz.

EMDR Terapisi ile Panik Atak Tedavisi:

Öncelikle panik atakların kendisinin kişide bıraktığı olumsuz düşünce, duygu ve beden duyumlarının ve öncesinde yaşanmış olumsuz yaşam olaylarının duyarsızlaştırılması ve yeniden işlemlenmesi ile semptomlar yavaş yavaş ortadan kalmaya başlar. Panik atak, EMDR terapisi ile kısa sürede iyileşme ile sonuçlanmaktadır.

İzmir Psikolog| İzmir Panik Atak Tedavisi| EMDR İzmir

İnsan Neden Aldatır ? İzmir Psikolog

      Neden aldatırız? Aslında bu sorunun bir çok cevabı olduğunu söyleyebiliriz. Seanslarda danışanlarımda gözlemlediğime ve literatür araştırmalarına göre bu sorunun cevabını ufacık da olsa sizlerle paylaşmak istedim. 

     Öyledir ki aldatma, kişinin bu terime nasıl bir anlam yüklediği ile ilgili bile değişebilmektedir. Fiziksel tamasa dayalı bir ilişki mi aldatmadır, duygusal bir bağa dayanan mı, yoksa her ikisi de mi ?

Bir ilişkideki doyum; ilişkideki beklentilere, cinselliğe ve duygusal ihtiyaca göre şekillenir genelde. Bu alanlarda karşılanamayan ihtiyaçların olması kişiyi aldatmaya iten faktörlerden olabilmektedir. Genelde aldatma davranışını erkeklerin daha sık yaptığı kanısı olsa da bu davranışa kadınlarda da sıklıkta rastlanabiliyor. 

     Duygusal aldatma, daha çok ilgi eksikliği ve ilişkideki duygusal eksikliten kaynaklanan bir aldatmadır. İlişki içinde ilgi ve sevgi ihtiyacının karşılanmadığını hissetme, karşıdakinin onu anlamaya çalışmadığını düşünme, tek bir tarafın aktif ve motivasyonunun olması gibi nedenleri duygusal aldatma nedenleri arasında sayabiliriz. Bazen de birey cinsel açıdan tatmin olamayabilir, bu durum da genelde kişiyi ilişki dışı bir yolla cinsel doyum ulaşmaya itebilir ve cinsel aldatmaya neden olabilir. 

     Yapılan araştırmalara göre, bağlanma stillerimizin de romantik ilişkilerimiz üzerindeki etkisini biliyoruz. Güvenli bir bağlanma örüntüsü olan kişilerin, kaygılı bağlanma örüntüsü olan kişilere nazaran daha az aldatma davranışı gösterdiği söylenebilir. Tabi ki bu durum o kadar çok dinamiğe bağlıdır ki, bağlanma örüntüsünden, erken çocukluk deneyimlerine, ebeveyn tutum ve yaklaşımlarına göre çok geniş bir yelpazede değerlendirilmesi çok daha işlevsel olmaktadır.

Bireysel Terapi ve Kendi Anlam Arayışınız İçin Psikolog Ecem Çakın Yanınızda. Aldatmak Kişisinin Kendine Verdiği Değersizliğin bir göstergesidir. Hızlı Randevu İçin Hemen Arayınız.

İzmir Psikolog | İnsan Neden Aldatır

Yalan Söyleme Davranışı: Çocuklar Neden Yalan Söyler ?

   Yalan, doğruluk payı taşımayan ve karşıdaki kişiyi yanıltmaya yarayan sözler içerir. Çocuğun 5 yaşına kadar söylediği yalanları çok ciddiye almamak gerekir ama çocuk yaşı büyüdükçe bu yalanlar devam ederse ve çocuk gerçeği saklayıp karşıdaki kişi yanıltılmaya devam ederse burada büyük bir sorundan söz edebiliriz. Özellikle de okul öncesi dönemdeki çocuklar gerçeği tam olarak algılama kapasitesine ulaşamadıkları için, anlattığı gerçek olmayan şeyleri direkt yalan olarak değerlendirmek doğru olmayacaktır.

Çocuklarda Yalan Söyleme Davranışı:

İzmir Psikolog bazı çocuklar dikkat çekmek ve ilgilenilmek amacıyla da gerçek olmayan hikayeler uydurabilirler, bu gibi durumları da yalan olarak etiketlememek gerekir. Daha çok 3-4 yaşındaki çocukların söyledikleri yalanları sözde yalanlar olarak nitelendirebiliriz. Burada amaç gerçekten yalan söylemek değildir. Örneğin, evde bir tabağı kıran çocuk bunun kendi davranışı değil de kardeşinin davranışı olduğunu söyleyebilir. Burada çocuk annesinden azar yememe amacıyla bu söyleme başvurmuş olabilir. Ayrıca, çocukların 2-3 yaşlarında var olduğunu savunduğu hayali arkadaşları da sözde yalan örnek olarak gösterilebilir. Eğer çocuk gerçekle gerçek olmayanı ayırt edebilir düzeye gelmişse ama hâlâ doğru olmayanı söylüyorsa, burada alışkanlık hâline gelmiş yalandan bahsedebiliriz. Bu yalan türü kasıtlıdır ve karşıdaki kişiyi yanıltmayı amaçlar. Bu noktada kişi kendini yalan söylemekten alıkoyamaz, kendini kontrol edemez ve bencilce davranır. Başkalarının haklarına değer vermesi konusunda aile içinde eksik eğitim almış çocuklar bu tür yalan söyleme davranışını sıklıkla kullanırlar. Psikolog Ecem Çakın Yalan Söyleme Üzerine Ciddi Çalışmalar Yapmış Uzman Bir Terapist ‘ tir

   İzmir Psikolog çocuğun çevresinde yalan söyleyen büyükler ve başka kişiler varsa, çocuk onları model alıp yalan söyleme davranışını sergileyemeye de başlayabilmektedir. Ebeveynlerin çocuğu sürekli kıyaslaması, ondan fazla beklentide bulunmaları, çocuğu gereksiz veya fazla cezaya maruz bırakmaları gibi durumlar da çocuğu yalan söylemeye iten faktörlerdendir. Öncelikle ebeveynler çocuğa iyi bir rol modeli olmalı ve onları yalan söylemeye itebilecek davranış ve tutumlardan kaçınmalı, çocuk yalan söylediğinde onu suçlayıp aşırı sorgulamamalıdırlar. Çocuğu yalan söylemeye iten faktörler iyi saptanmalıdır. Böylelikle yalan söyleme davranışı ortadan kalkmaya başlayacaktır.

Çocuk Psikolojisinin Temelinde Aile Faktörü çok değerlidir. Bu bağlamda Çocuk Ergen Terapisti Ecem Çakın Ebeveyn Eğitim ve Bilgilendirme

Çocuk Ergen Terapisti Ecem Çakın | Çocuklarda Yalan Söyleme