Hayır Diyebilme: Kendi Sınırlarınızı Belirlemenin İlk Adımı

Hayır diyebilme davranışı, kişisel sınırları korumanın ve sağlıklı ilişkiler kurmanın temellerinden biridir. Fakat bazı durumlarda hayır demekte zorlanıyor olabiliriz. Böyle durumlarda zorlanmamızın altında yatan bazı sebepler; reddedilme korkusu, suçluluk duygusu, ve başkalarını memnun etme isteği gibi durumlar olabilir. Peki nedir bu hayır diyebilme davranışı? Neden iyilik halimiz için bu kadar önemli?

Kişiler,  kendilerini doğru şekilde ifade edebildiklerinde başkalarının taleplerine karşı daha sağlıklı sınırlar koyabilir. Bu, kişisel iyilik halini artıran bir faktördür. Aynı zamanda “hayır” demek yerine sürekli olarak evet demenin, kişisel sınırların ihlali ve stres, tükenmişlik gibi psikolojik sorunlara yol açabileceği bilinmektedir. Sağlıklı sınır koyma becerisinin, kişisel iyilik hali üzerinde olumlu etkileri vardır. Kendi sınırlarını koruyamayan bireylerde kaygı, depresyon ve düşük özsaygı gibi sorunlar daha yaygındır. Bu becerilerin geliştirilmesi, bireylerin duygusal ve psikolojik sağlıklarını destekler. Ayrıca, hayır diyebilme yeteneği, hem bireysel tatmini hem de sağlıklı sosyal ilişkileri teşvik eder.

Hayır Demekten Neden Korkarız?

  • Reddedilme Korkusu: Başkalarına “hayır” demek, sosyal ilişkilerde olumsuz bir tepkiyle karşılaşma, reddedilme veya dışlanma korkusunu doğurabilir. Bu korku, bireylerin diğerleri tarafından kabul edilme ve onaylanma ihtiyacından kaynaklanır ve kişiyi başkalarına evet demeye zorlayabilir, çünkü bu genellikle daha az çatışma yaratır.
  • Başkalarını Memnun Etme İhtiyacı: İnsanlar, çevrelerinde bulunan kişilerin beklentilerini karşılamak için kendi ihtiyaçlarını göz ardı edebilirler. Bu, özsaygıyı düşük tutarak, sürekli olarak başkalarının taleplerine boyun eğme gibi bir duruma yol açabilir.
  • Suçluluk Duygusu: Bireyler, başkalarına “hayır” dediklerinde onları hayal kırıklığına uğratacaklarından veya onları üzeceklerinden endişe ederler. Bu suçluluk duygusu, diğerlerinin ihtiyaçlarını sürekli olarak ön planda tutmaya iter.
  • Olumsuz Yargılanma Korkusu: “Hayır” demek, başkaları tarafından olumsuz bir şekilde yargılanma korkusunu da beraberinde getirebilir. İnsanlar, “hayır” dediklerinde başkaları tarafından bencil, soğuk veya yardımsever olmayan olarak etiketlenmekten korkabilirler. Bu tür olumsuz etiketlemeler, bireylerin toplumsal kabul ve onay ihtiyaçlarını tehdit edebilir.

Hayır Demekte Zorlanıyorsak Neler Yapabiliriz?

Kişisel sınırlarınızı belirlemekle başlayabiliriz. Küçük pratikler yapmak da bu davranışı geliştirebileceği gibi öz farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olabilir. “Hayır” demek başkalarına değer vermekle alakalı bir durum değildir bunu öğrenmemiz gerekir. Aksine yukarıda da bahsedildiği gibi sağlıklı ilişkiler kurabilmek adına sağlam bir temeldir. Ayrıca iletişimin tek taraflı olmadığını göz önünde bulundurmalıyız. Karşı tarafın memnuniyet ve sınırlarını gözetirken kendi sınırlarımızı ihmal etmemeliyiz. Alsancak psikolog profesyonel yardımı almak da hayır diyebilme becerimizi takip ederek geliştirebilir ve farklı stratejiler sunabilir. Unutmayalım ki hissettiklerimizi, istediklerimizi ya da istemediklerimizi belirtmek gerçek bir ilişkiyi sonlandırmaz.

Rüyalar Gerçekten Anlam Taşır mı? 

Rüyalar, insanlık tarihinin en gizemli konularından biri olmuştur. Uyandığımızda hatırladığımız bazı rüyalar bize oldukça anlamlı gelirken, bazıları tamamen rastgele ve mantıksız görünebilir. Peki, rüyalar gerçekten bilinçaltımızın bize mesaj gönderme yolu mudur? Yoksa yalnızca beynimizin rastgele imgeler üretmesinden mi ibarettir?

Psikoloji ve nörobilim alanlarında yapılan araştırmalar, rüyaların oluşum süreci ve işlevi hakkında farklı teoriler ortaya koymuştur. Alsancak psikolog kliniklerinde rüya analizi konusunda çalışan uzmanlar, danışanlarının rüya deneyimlerini değerlendirirken hem bilimsel hem de psikolojik teorileri dikkate alır. Bu yazıda, rüyaların nasıl oluştuğunu, psikoloji alanındaki farklı rüya teorilerini ve rüyaların günlük hayatımızla ilişkisini ele alacağız.

Rüyalar Nasıl Oluşur?

Uyku süreci, beynimizin dinlendiği ancak aynı zamanda aktif olduğu bir dönemdir. Uyku iki temel evreden oluşur:

REM (Rapid Eye Movement – Hızlı Göz Hareketleri) Uykusu: Rüyaların büyük çoğunluğu bu evrede meydana gelir. REM uykusunda beynin duygusal ve hafıza ile ilgili bölgeleri aktifleşirken, mantıksal düşünmeyi sağlayan prefrontal korteks daha az aktif olur. Bu yüzden rüyalar bazen gerçek dışı ve mantıksız olabilir.

• NREM (Non-Rapid Eye Movement – REM Olmayan Uyku) Evresi: Bu evrede de rüyalar görülebilir, ancak genellikle daha az karmaşıktır ve hatırlanması daha zordur.

Bu süreçte bilinçaltımızdan gelen düşünceler, gün içinde yaşadığımız olaylar ve beynimizin farklı bölgelerinden gelen rastgele sinyaller birleşerek rüyalarımızı oluşturur.

Ancak rüyaların işlevi konusunda psikologlar ve bilim insanları farklı teoriler geliştirmiştir. Alsancak psikolog merkezlerinde rüya analizi üzerine çalışan terapistler, danışanlarının rüyalarını yorumlarken bu teorilerden yararlanır.

Rüya Teorileri: Bilinçaltı mı, Rastgele İmgeler mi?

Rüyaların anlamı ve işlevi konusunda psikolojide birçok farklı görüş bulunmaktadır. İşte en yaygın kabul gören rüya teorileri:

1. Freud’un Psikoanalitik Kuramı: Rüyalar Bastırılmış Duyguların Bir Yansımasıdır

Sigmund Freud’a göre rüyalar, bilinçaltımızda bastırılmış düşünce ve arzuların dışa vurumudur. Ona göre insanlar bilinçli zihinleriyle kabul edemedikleri bazı istek ve korkuları bastırırlar ve bu içerikler rüyalarda sembolik olarak ortaya çıkar.

Örneğin, Freud’un analizlerine göre uçmak, özgürleşme arzusunu; su görmek, duygularla ilgili bir meseleyi temsil edebilir. Alsancak psikolog kliniklerinde psikodinamik terapi uygulayan uzmanlar, danışanlarının rüyalarındaki sembolleri bu bakış açısıyla değerlendirebilir.

2. Jung’un Analitik Psikolojisi: Rüyalar Kolektif Bilinçaltının Bir Parçasıdır

Carl Jung, Freud’dan farklı olarak rüyaların yalnızca bireysel bilinçaltıyla değil, kolektif bilinçaltıyla da bağlantılı olduğunu savunmuştur. Ona göre rüyalarda evrensel semboller (arketipler) bulunur.

Örneğin:

Rüyalarda gölge figür görmek, kişinin bilinçaltındaki bastırılmış yönlerini temsil edebilir.

• Bilinmeyen bir rehber veya bilge kişi görmek, içsel dönüşüm sürecine işaret edebilir.

Jung’un teorisi, rüyaların bireyin psikolojik gelişimine katkıda bulunabileceğini öne sürer. Alsancak psikolog terapileri içinde bazı terapistler, danışanlarının rüya sembollerini bu teoriye dayanarak analiz edebilir.

3. Aktivasyon-Sentez Kuramı: Rüyalar Beynin Rastgele Aktivitesinin Bir Sonucudur.

Nörobilimciler Allan Hobson ve Robert McCarley’in geliştirdiği Aktivasyon-Sentez Kuramı, rüyaların bilinçaltı mesajlar taşımadığını, beynin rastgele sinirsel aktivitelerinin bir sonucu olduğunu savunur.

Bu teoriye göre rüyalar, anlamlı olmak zorunda değildir. Beyin, uyku sırasında rastgele sinyaller üretir ve biz bu sinyalleri mantıklı bir hikâyeye dönüştürmeye çalışırız.

4. Tehdit Simülasyonu Kuramı: Rüyalar Evrimsel Bir Avantaj Sağlar mı?

Finlandiyalı bilim insanı Antti Revonsuo, rüyaların evrimsel bir işlevi olduğunu öne sürer. Ona göre rüyalar, bizi tehlikeli durumlara karşı zihinsel olarak hazırlayan birer simülasyon olabilir.

Örneğin:

• Kaçmakla ilgili rüyalar, ilkel atalarımızın avcılardan kaçma pratiği yapmasına yardımcı olmuş olabilir.

• Savaş veya kavga içeren rüyalar, tehlikeli durumlarla başa çıkma yeteneğimizi geliştirmek için bir mekanizma olabilir.

Alsancak psikolog terapilerinde bazı uzmanlar, özellikle travma geçmişi olan bireylerin rüyalarını bu teori kapsamında ele alabilir.

Rüyalar Günlük Hayatımızla Nasıl Bağlantılıdır?

Yapılan araştırmalar, insanların %60-70’inin günlük yaşamlarında yaşadıkları olaylarla ilgili rüyalar gördüğünü göstermektedir. Stres, kaygı, korkular ve umutlar rüyalarımıza yansıyabilir.

Örneğin, sınav kaygısı yaşayan bir öğrenci, rüyasında sınava geç kaldığını veya başarısız olduğunu görebilir. Bu tür rüyalar, zihnimizin duygusal süreçleri işleme şeklinin bir parçası olabilir.

Ancak her rüyanın derin anlamlar taşıdığına dair bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Rüyalar bazen sadece beynimizin gün içinde aldığı bilgileri işlemesiyle ilgili olabilir.

Sonuç: Rüyalar Hayatımıza Dair Mesajlar mı Taşıyor?

Rüyalar hem psikolojik hem de nörobiyolojik açıdan ilginç bir konudur. Freud ve Jung gibi psikologlar, rüyaların bilinçaltımızla ilişkili olduğunu savunurken, modern nörobilim rüyaların büyük ölçüde beynin rastgele aktivitelerinin bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir.

Ancak psikoloji alanında çalışan birçok uzman, rüyaların bireyin duygusal durumunu anlamasına yardımcı olabileceğini kabul eder. Alsancak psikolog merkezlerinde çalışan uzmanlar, rüya analizi konusunda danışanlarına farklı bakış açıları sunarak onların iç dünyalarını daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir.

Fobi: Korkunun Bilinmeyen Yüzü

Hepimiz zaman zaman bir şeylerden korkarız. Korku, tehlikelere karşı hayatta kalmamızı sağlayan doğal bir tepkidir. Ancak bazı insanlar, belirli nesnelere, durumlara ya da olaylara karşı mantık dışı ve aşırı derecede bir korku yaşarlar. Bu yoğun korkuya “fobi” denir. Fobiler, kişilerin günlük yaşamlarını ciddi şekilde etkileyebilir ve bu nedenle bir tür psikolojik rahatsızlık olarak değerlendirilir. Peki, fobi tam olarak nedir, nasıl gelişir ve nasıl tedavi edilir? Bu yazıda, fobileri daha yakından inceleyelim.

Fobi Nedir?

Fobi, belirli bir duruma, nesneye ya da olaya karşı duyulan yoğun, mantık dışı korku olarak tanımlanır. Fobisi olan insanlar, bu korkuyla başa çıkmakta zorlanırlar ve korku yaratan durumlardan kaçınmak için büyük çaba harcarlar. Fobiler, genellikle erken yaşlarda başlar ve tedavi edilmediğinde zamanla daha da şiddetlenebilir. Fobiyi, sadece bir “korku” ile karıştırmamak önemlidir. Korku, genellikle somut bir tehlikeye karşı verilirken, fobi daha çok mantık dışı bir korkudur.

Fobi Türleri:

Fobiler, genellikle iki ana kategoriye ayrılır:

1. Spesifik Fobiler (Basit Fobiler): Bu tür fobiler, belirli bir nesne ya da durumla ilişkilidir. Örneğin, yılan korkusu (ofidiofobi), yükseklik korkusu (akrofobi) ya da kapalı alan korkusu (klostrofobi) gibi. Bu fobiler, genellikle günlük hayatın belirli alanlarını etkiler ve kişinin sadece fobi nesnesiyle karşılaştığında tetiklenir.

2. Sosyal Fobiler (Sosyal Anksiyete Bozukluğu): Sosyal fobiler, kişinin başkalarının önünde yargılanma ya da küçük düşme korkusunu yaşadığı durumlardır. Sosyal ortamlarda yoğun kaygı ve korku hissi oluşur. Örneğin, topluluk önünde konuşma korkusu (glossofobi) sosyal fobiler arasında yer alır. Sosyal fobi, kişiyi sosyal izolasyona itebilir ve yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir.

Fobilerin Nedenleri:

Fobilerin kesin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, birçok faktörün etkili olduğu düşünülmektedir:

– Genetik Yatkınlık: Bazı araştırmalar, fobilerin genetik faktörlerle ilişkili olabileceğini göstermektedir. Ailede anksiyete bozukluğu olan kişilerde fobi gelişme riski daha yüksek olabilir.

– Çevresel Faktörler: Korkutucu bir deneyim yaşamış olmak, fobi gelişiminde etkili olabilir. Örneğin, çocukken bir köpek tarafından ısırılan birinin köpek fobisi geliştirme olasılığı yüksektir.

– Biyolojik Etkenler: Beyindeki kimyasal dengesizlikler ve özellikle amigdala adı verilen bölgedeki işlev bozuklukları, fobilerin oluşumunda rol oynayabilir.

Fobiler Nasıl Teşhis Edilir?

Bir kişinin fobisi olup olmadığını belirlemek için, psikolog ya da psikiyatrist tarafından yapılan bir değerlendirme gereklidir. Teşhis sürecinde şu faktörler göz önünde bulundurulur:

– Kişinin korkusu mantık dışı ve aşırı mı?
– Korku, günlük yaşamını etkiliyor mu?
– Korku nesnesi ya da durumundan kaçınma davranışları gösteriyor mu?

Bu sorulara verilen yanıtlar, fobi teşhisi için önemli ipuçları sağlar.

İzmir Alsancak Fobi Tedavisi:

Fobiler, uygun tedavi ile büyük ölçüde kontrol altına alınabilir. Tedavi genellikle psikoterapi ve bazen ilaç desteği ile yapılır.

1. EMDR Terapisi ve Fobi: EMDR terapisi sırasında, birey göz hareketleri ya da farklı bir uyarana odaklanırken, fobiyle ilişkili travmatik anıları ve korkuları zihinsel olarak yeniden işler. Bu süreç, beyindeki olumsuz duyguların etkisini azaltır ve kişi, fobiyle daha rasyonel ve dengeli bir şekilde başa çıkabilir hale gelir. 

2. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Fobilerin tedavisinde en yaygın kullanılan terapi yöntemidir. Bu terapi, kişinin korkularını mantıklı bir şekilde değerlendirmesini ve fobi nesnesiyle yüzleşmesini sağlar. Örneğin, yükseklik korkusu olan bir kişi, BDT ile adım adım yüksek yerlere çıkma pratiği yaparak korkusunu kontrol altına alabilir.

3. Maruz Bırakma Terapisi: Bu terapi türü, kişinin korku duyduğu nesne ya da durumla kademeli olarak karşılaştırılmasını içerir. Zamanla, kişi bu duruma daha az tepki vermeye başlar.

4. İlaç Tedavisi: Bazı durumlarda, özellikle sosyal fobilerde, anksiyete düzeyini azaltmak için ilaç tedavisi kullanılabilir. Antidepresanlar ya da beta blokerler, bu tedavi sürecinde tercih edilen ilaçlar arasındadır.

Fobilerle Baş Etmek İçin İpuçları:

– Destek Alın: Fobilerle tek başınıza başa çıkmaya çalışmak zor olabilir. Bir uzmandan profesyonel yardım almak, korkularınızı kontrol altına almanıza yardımcı olabilir.
– Küçük Adımlarla İlerleyin: Fobi nesnesine ya da durumuna maruz kalmak zorlayıcı olabilir, bu yüzden küçük adımlarla ilerlemek önemlidir. Kendinize sabırlı olmayı hatırlatın.
– Gevşeme Tekniklerini Kullanın: Derin nefes alma, meditasyon ve yoga gibi gevşeme teknikleri, fobi ile başa çıkmada etkili olabilir. Bu teknikler, anksiyete seviyesini azaltabilir.
– Pozitif Düşünceler Geliştirin: Fobiyle karşılaştığınızda olumsuz düşünceler yerine, pozitif düşüncelere odaklanmaya çalışın. “Bu durum tehlikeli değil” ya da “Bunun üstesinden gelebilirim” gibi kendinize güven verici ifadeler kullanmak yardımcı olabilir.

Fobiler, hayatı zorlaştıran ancak doğru tedavi ve destek ile üstesinden gelinebilecek durumlardır. Eğer belirli bir nesne ya da duruma karşı aşırı ve mantıksız bir korku yaşıyorsanız, bu korkularla tek başınıza baş etmeye çalışmak yerine bir İzmir Alsancak psikolog uzmandan destek almak, hayat kalitenizi artırmada büyük bir fark yaratabilir. Unutmayın, fobiler tedavi edilebilir ve kontrol altına alınabilir rahatsızlıklardır. Kendi korkularınızı yönetmek, hayatınızın kontrolünü geri almanıza yardımcı olabilir.

Panik Atak ve EMDR Terapisi

Korku ve kaygı duyguları her insanın hissettiği temel duygulardandır. Beynimiz herhangi bir gerçek tehdit içeren durumu algılar, sempatik sistemimiz devreye girerek bizi o tehlikeden korumak için savaş ya da kaç mekanizmasını devreye sokar ve kendini korumaya alır.
Panik atak ise, kişinin gerçek bir tehdit olmamasına rağmen duyduğu yoğun korku duygusu yaşaması durumudur. Panik atakta gerçek bir tehdit faktörü yoktur ve kişi yoğun korku ve kaygı duygusunu en üst seviyede hisseder, bu duygulara rahatsızlık verici beden duyumları (hızlı kalp atması, nefes almada güçlük, terleme, titreme, baş dönmesi vb.) da eklenir. Panik atak dakikalar içinde zirveye ulaşır ve bedensel belirtiler ile kendini gösterir.

Panik Atak Belirtileri:

  • Kalpte çarpıntı ,kalbin hızlı atması
  • Göğüs ağrısı, göğüste sıkışma hissi
  • Nefes darlığı ya da boğulma hissi
  • Baş dönmesi, sersemlik, baygınlık hissi
  • Uyuşma ya da karıncalanma
  • Üşüme, ürperme ya da ateş basması
  • Bulantı, karın ağrısı
  • Titreme, sarsılma hissi
  • Kendisinin veya etrafının değişiyor algısı, kendine ve etrafa yabancılaşma
  • Kontrolünü kaybetme veya çıldırma korkusu
  • Ölüm korkusu

Bu belirtiler kişinin kaygılı olduğu bir anda ortaya çıkabileceği gibi, kişinin sakin olduğu bir durumda da bir anda bastırabilir.
Yoğun korku duygusu ve bedensel belirtiler ile birlikte kişi aklını yitirme korkusu, ölüm korkusu gibi duyguları da yoğun yaşamaya başlar. İlk panik atak sonrası, “ya bir daha panik atak yaşarsam” düşüncesi ile de korkular ve ataklar tetiklenebilir. Panik atak ile kimse aklını yitirmez ve kimse ölmez.

Panik atak ile birlikte kişinin yaşam kalitesi düşmeye başlar ve kaçınma davranışları ortaya çıkabilir. Dışarı çıkmak istememe, kapalı ortamlarda bulunmaktan kaçınma, spor ve cinsellikten uzak durma gibi kaçınma davranışları ortaya çıkabilir. En başlarda kişi kendine ne olduğunu tam anlayamadığı için fizyolojik bir rahatsızlık yaşadığını düşünerek sık sık doktora, acile gitme gibi bir örüntü içine girer.

Panik atakta o an için gerçek bir tehdit durumu olmamasına rağmen kişinin yaşam öyküsüne bakıldığında, stresli ve olumsuz yaşam deneyimlerinin fazla olduğunu görebiliriz. Geçmiş olumsuz yaşam olayları ve stres ile baş edilemeyen noktada artık beden uyarı verir ve panik atak semptomları ortaya çıkmaya başlar. Yani stresli ve olumsuz yaşam olaylarının panik atak rahatsızlığına yol açabileceğini söyleyebiliriz.

EMDR Terapisi ile Panik Atak Tedavisi:

Öncelikle panik atakların kendisinin kişide bıraktığı olumsuz düşünce, duygu ve beden duyumlarının ve öncesinde yaşanmış olumsuz yaşam olaylarının duyarsızlaştırılması ve yeniden işlemlenmesi ile semptomlar yavaş yavaş ortadan kalmaya başlar. Panik atak, EMDR terapisi ile kısa sürede iyileşme ile sonuçlanmaktadır.

İzmir Psikolog| İzmir Panik Atak Tedavisi| EMDR İzmir

İzmir Psikolog – Çocuklarda Tırnak Yeme Davranışı

tirnakkk 1

Çocuklarda tırnak yeme davranışı genellikle 3-4 yaşlarında ortaya çıkmaya başlamaktadır. Yapılan araştırmalar kız çocuklarında erkeklere oranla bu davranışa daha sık rastlandığını göstermektedir. Bu davranışın ortaya çıkma nedeni çeşitli olabileceği gibi, bu davranış daha çok duygusal problemlerden kaynaklanmaktadır. Çocuk tırnaklarını sıkılmaktan, meraktan, stresten veya nedensiz bir şekilde yiyebilir ve bu bir süre sonra alışkanlık hâline gelir. Çocuğun çevresinde tırnak yiyen bir kişi varsa, çocuk bu davranışı model alıp taklit edebileceği için de bu davranış ortaya çıkabilmektedir. İzmir Psikolog Çocuk Ergen Terapisi ve Danışmanlık Hizmetleri çocuk tırnak yeme davranışlarını kontrol altına almaktadır.

Bazı çocuklar, heyecanlarını ve yaşadığı yoğun duyguları bastırabilmek için de tırnak yeme davranışı sergileyebilir. Bu, çocuğun ruhsal problemleriyle bir baş etme yöntemidir. Tırnak yeme davranışı aynı zamanda çocuktaki güvensizliğin belirtisi olarak görülmektedir. Ebeveynlerin çocuğa karşı olan baskıcı ve otoriter eğitim tarzı, çocuğun sürekli eleştirilmesi, azarlanması, yetersiz sevgi ve ilgiye maruz kalması gibi durumlarda da bu davranış ortaya çıkmaktadır. Bu davranışa; mutsuzluk, öfke, stres, kaygı, çatışma gibi durumlarda daha çok rastlanır. Aile içinde çatışmaların yaşanması, çocuğun kardeşinin doğması, okula başlama, anne ve babanın başarı kaygısının yüksek olması gibi stres yaratan durumlarda da tırnak yeme davranışını ortaya çıkmaktadır. Tırnak kenarındaki derinin kopartılması, çocuktaki tırnak yemenin ileri boyutuna örnek olarak verilebilir.


Özellikle çocuğa sıkıntı veren ve bu davranışa neden olabilecek faktörler iyi saptanmalı ve bu konular üzerine çalışılmalıdır. Çocuğun kendini güvende hissetmesi, bu davranışın ortadan kaybolmasına büyük ölçüde etki edecektir. Çocuk, enerjisini dışarı atabileceği spor ve sosyal faaliyetlere de yönlendirilebilir. Böylelikle çocuğun dikkati başka yerlere çekilerek, tırnak yeme davranışında azalma görülebilir. Tüm bunlara rağmen ilerleme kaydedilmiyorsa mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır.

İzmir Psikolog Bölgesinde Çocuk ve Ergen Alanında Uzman Ecem Çakın Ebeveyn Destekli Terapi Yöntemleriyle Sizlere Destek Olmaktadır.

Randevu İçin Bizi Arayınız.

İzmir Bölgesinde Oyun Terapisi Davranış ve Davranış Problemlerinin bir çoğuna çözüme kavuşturmaktadır. Psikolog Ecem Çakın Oyun terapisi uzmanı olarak her zaman yanınızda.

İzmir Psikolog | Psikolog Ecem Çakın | Tırnak Yeme

Sağlıklı Aile

izmir alsancak aile psikolog

Toplum içindeki en küçük bir bütün olan aile sürekli değişim ve dönüşüm içinde olan dinamik bir yapıdır. Ailenin sağlıklı olması demek, aile içindeki bireylerin sadece fiziksel sağlığı ile ilgili bir durum değildir. Geniş açıdan bakıldığında aile sağlığı; aile işleyişi, iletişim ve problem çözme becerileri, rutinler, ruh sağlığı, duygusal destek, ekonomik kaynaklar, yeterli barınma, ulaşım, eğitim, sağlıklı ve yeterli beslenme ve çocuk bakımının yeterli olup olmadığı ve dış kaynaklara erişim gibi birçok faktörü kapsamaktadır.

Sağlıklı aile nasıl özellikler gösterir?

✔ Aile bireyleri birbirlerine duygusal olarak bağlıdır.
✔ Birbirlerini oldukları gibi kabul ederler.
✔ Birbirlerini takdir ederler.
✔ Aile üyeleri rollerini net olarak bilirler. Rolleri bilmek, aile içinde olabilecek sorunların
çözümü için en önemli etkendir.
✔ Aile bireyleri, ailenin bütünlüğünü korurlar ama bireysel istek ve ihtiyaçları da daima göz
önünde bulundururlar.
✔ Aile bireyleri birbirlerinin özel alanlarına ve özel hayatlarına saygılıdırlar.
✔ Tüm bireyler arasında iletişim açık, net ve samimidir.
✔ Tüm aile bireylerinin uyması gereken kurallar belirlidir. İlerde bir sorun yaratmaması adına
aile içinde birtakım kurallar belirlenmiştir ve bireylerden bunlara uyması beklenir.
✔ Aile bireyleri beraber kaliteli zaman geçirirler, ortak ilgi alanları yaratırlar, bu alanlarda
paylaşımlarda bulunurlar.
✔ Çatışmalarını çözümleme konusunda başarılıdırlar.


Psikolog Ecem Çakın | Sağlıklı Aile

Çocukluk Dönemi Korkuları

çocukluk-dönemi-korkuları

Bazen ailelerin çocuklarının korkularının normal olup olmadığını sıklıkla merak edip sorduklarını gözlemlerim. Gelişim çağına uygun mu, yoksa hemen profesyonel destek alınmalı mı ? Nasıl davranmalıyız? Özellikle 4-6 yaş okul öncesi dönemde ve 7-10 yaşları arasındaki çocuklarda korkularda bir artış görülmektedir. Düşünce sistemleri yetişkinlerinki kadar gelişmediği ve çok boyutlu düşünemedikleri için, çocuklardaki bazı korkuların var olması da normal karşılanmaktadır. Düşünce sistemleri geliştikçe yaşadıkları korkular da azalma gösterecektir.

  • 2-6 yaş arasındaki çocuklar genelde hayaletlerden, köpek gibi hayvanlardan ve ebeveynlerinden ayrılma korkusu yaşarlar.
  • 7-12 yaş arası çocuklar ise, doğal afetlerden ve sınav başarısızlığı gibi okulla ilgili konularda korku yaşamaktadırlar.
  • Yoğun korku yaşayan çocukların ebeveynleri öncelikle çocuklarının korkularını yenebilmeleri için onları cesaretlendirmeli ve duygularını anlayan bir yerden bakmalıdır.
  • Ebeveynler aynı zamanda çocuktaki korkunun tetikleyicisi olabilecek tutum, davranış ve söylemlerden uzak durabilmeli (“ söz dinlemezsen seni öcüler alır”, “ağlarsan doktor iğne yapacak”, “köpeğe yaklaşma, ısırır” gibi…)
  • Çocuğun yaşadığı korku hakkında konuşulmalı, korkusunun anlamsız yönleri çocuğa anlatılmalı ve korkusunu tetikleyen unsurlar iyi tespit edilmelidir.
  • En önemlisi de tetikleyicileri ortadan kaldırmak ve çocuğa güvendeyiz ve yanındayız mesajını verebilmektir.
  • Gelişimsel açıdan olağan sayılan korkular zamanla ortadan kalkmaz, devam ederse ve  çocuğun hayatını etkileyecek seviyeye ulaşırsa, bu durumun araştırılması ve mutlaka profesyonel bir şekilde tedavi edilmesi gerekmektedir…
       İzmir Psikolog | Çocuk Dönemi Korkuları